13 Haziran 2013
Kerem Altıparmak & Yaman Akdeniz
Gezi Parkı olaylarının tüm ülkeye yayılmasının ardından gündemi takip edebilmek giderek zorlaştı. Bu hızlı süreç içerisinde, sosyal medyanın geleneksel medyadan hem daha hızlı hem de daha özgür bir alan sağladığını görmek mümkün. Şüphesiz, sosyal medya, bu hız ve özgürlük içerisinde bir çok yanlış ve yanlı haberin de yayılmasına aracılık ediyor. Bununla birlikte, geleneksel medyanın yoğun bir sansür ve oto-sansür altında olduğu ve yurttaş gazeteciliğin net bir şekilde ön plana çıktığı bir ortamda, sosyal medyanın hakikate ilişkin bilgi sağlamadaki rolü 15 günlük süreç içerisinde çok rahat bir şekilde görülebilmiştir.
Sosyal medyanın hakikate ulaşma konusunda sağladığı imkanlar, görüldüğü kadarıyla yetkililerde ciddi bir endişeye yol açmaktadır. Bizzat Başbakanın Twitter’ı bir bela olarak tanımlamasının hemen ardından, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım sosyal medyanın rolünü şu ifadelerle tartışmaya açtı: “Acaba olaylarla ilgili sosyal medya ne kadar, hangi ölçüde düzgün kullanıldı ? Bu sosyal medya olayları provoke etme ve yalan yanlış haberler yayarak insanları galeyana getirme konusunda bir erişmeye sebep oldu mu? Bunların çok iyi irdelenmesi lazım” . İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu da “Emniyet’in yetkili birimi sosyal medya üzerinde ters algı yaratmaya çalışan kişilere karşı bir operasyon düzenleyecek” ifadelerini kullandı. Son olarak, AKP’nin sosyal medyadan sorumlu Başkan Yardımcısı Ali Şahin “Yalan ve iftira dolu, provoke edici bir tweet bomba yüklü bir araçtan daha tehlikeli. Son yaşananlar gösterdi ki sosyal medyada bir düzenleme yapılması gerekiyor” diyerek , sosyal medyanın yakında yeni bir sınırlandırmanın konusu olacağının sinyallerini verdi.
Bu açıklamalar sonrasında geçen hafta yayımladığımız basın açıklamasına ek yeni bir açıklamanın gerekli olduğunu düşünüyoruz.
1. Öncelikle açıklamalardan, Gezi Parkı olayları ve sosyal medya kullanımı nedeniyle geçmişe yönelik bir hukuksal müdahalenin yapılmasının planlandığı ancak bununla yetinilmeyip bir de ileriye yönelik bir düzenleme yoluna gidileceği anlaşılmaktadır.
2. Geçmişe ilişkin yapılacak işlemlerin hangi ceza hükümlerine dayalı olarak yapılacağı açıklığa kavuşturulmalıdır. Geçen hafta İzmir’de yapılan gözaltılar sonrasında şüphelilerin Türk Ceza Kanunu’nun 214 ve 217. maddelerini ihlal etmekten soruşturuldukları açıklanmıştı. Bu hükümlerin de insan hakları hukukuna uygun bir şekilde yorumlanması gerektiğini, ifade özgürlüğünü sınırlandıracak ve kanunilik ilkesine aykırı olarak hükmü genişletecek anlamlar verilemeyeceğini ifade etmiştik. Nitekim, daha sonra medyada yer alan soruşturma konusu tweet mesajlarının “- Direniş için kullanılabilecek Wi-Fi şifreleri, – 19.30’da Gündoğdu Meydanı’nda buluşuyoruz, – Gündoğdu Meydanı’na biber gazı atıldı, buraya gelmeyin, – Tomalar gidiyor gaz sıkıyor, sopayla vuruyorlar” gibi suç unsuru taşımayan nitelikte olduğu ortaya çıkmıştır.
3. Yetkililerin bahsettiği hukuki incelemenin sadece Türk Ceza Kanunu’nun 214 ve 217. maddelerine mi ilişkin olduğunu kestirmek şüphesiz güçtür. Hukuk devletinde, suç ve cezaların kanuniliği ilkesi geçerli olacağına göre suç unsuru olduğu iddia edilen ifadelerin hangi ceza kuralına aykırı olduğu açıkça belirtilmelidir. Sosyal medyada yanlış haber vermek, polisin nereye müdahale yapacağını söylemek, gaz maskesi istemek gibi mesajların hiçbirisi insan hakları hukukunda sınırlandırılabilir ifade niteliğinde değildir, ceza hukuku hükümlerinin hiçbirisi de bu tür ifadeleri kapsayacak şekilde geniş yorumlanamaz.
4. Hal buyken, idarecilerin sürekli sosyal medyanın soruşturulacağı, cezalandırılacağı mesajları vermeleri kabul edilemez. Vali, Bakan ve diğer yetkililer, temel hak ve özgürlüklerin güvencesi olmalıdır. Yetkililerin muğlak ifadelerle, kişilerin sosyal medya da dahil görüşlerini ifade etmelerini engelleyecek şekilde beyanlarda bulunması kabul edilemez. Bu açıklamalar sonrasında çok sayıda kişi, attıkları mesajların suç unsuru içerip içermediği konusunda tedirgin olmuştur. Bu tür açıklamaların yapılması hukuken de yasaklanmıştır. Türk Ceza Kanunu’nun 115. maddesine göre:
İnanç, düşünce ve kanaat hürriyetinin kullanılmasını engelleme
Madde 115- (1) Cebir veya tehdit kullanarak, bir kimseyi dini, siyasi, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya veya değiştirmeye zorlayan ya da bunları açıklamaktan, yaymaktan meneden kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Dini ibadet ve ayinlerin toplu olarak yapılmasının, cebir veya tehdit kullanılarak ya da hukuka aykırı başka bir davranışla engellenmesi halinde, yukarıdaki fıkraya göre ceza verilir.
Ayrıca 119. maddenin e fıkrası bu suçun kamu görevinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle işlenmesi halinde cezanın arttırılacağını söylemektedir.
5. AKP’nin sosyal medyadan sorumlu Başkan Yardımcısı Ali Şahin’in açıklamasını da aynı perspektiften değerlendirmek gerekmektedir. Şahin, eski İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in kitaplarla ilgili açıklamasını hatırlatır bir şekilde, “Yalan ve iftira dolu, provoke edici bir tweet bomba yüklü bir araçtan daha tehlikeli” olduğunu söylemiştir. Bu sayın Şahin’in kendi görüşü olabilir. Ne var ki, şiddetin ne olduğu, ifadenin hangi ölçüde şiddetle ilişkilendirilebildiği takdirde cezai yaptırıma tabi olacağı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadında açıktır. Şahin’in dediği gibi yalan ve iftira dolu mesajlar, kategorik olarak sınırlandırılabilir mesajlar değildir. Şüphesiz kişilik haklarına saldırı niteliğini taşıyan mesajlar diğer iletişim araçlarında olduğu gibi kimi yaptırımlara tabi olabilir. Ancak bu konuda zaten hukukta bir boşluk bulunmamaktadır. Bunun dışında, sosyal medyada ifade özgürlüğünü sınırlayacak daha geniş önlemlerin alınması, demokrasiden uzaklaşılması anlamına gelecektir.
6. Üzülerek belirtmek zorundayız ki sosyal medya hakkındaki açıklamalar, yetkililerin sokaktaki gerçeği kavrayamadığını bir kez daha ortaya koymaktadır. Türkiye’deki siyasi gerilimi azaltmanın yolu, zaten sorunlu ve insan haklarına aykırı çok sayıda hüküm içeren ve demokratik bir toplumda gerekliliği sık sık tartışılan mevcut İnternet rejimini biraz daha baskı altına almak değildir. Tam tersine, çözüm sosyal medya dahil olmak üzere gençlerin ifade özgürlüğünü genişletip, güvence altına almaktan, farklı sesleri her kanaldan duymaktan geçmektedir.
7. İfade özgürlüğünden en geniş şekilde yararlanmayı sağlayan Twitter ve diğer sosyal medya platformlarına getirilecek her türlü sınırlama veya müdahale, AİHM’in bir çok kez altını çizdiği gibi “haber alma ve verme hakkına halel” getirecektir. Daha önce söylediğimiz ve söylemeye devam edeceğimiz gibi “Yeni Dünya’da sosyal medya yoksa, Twitter yoksa demokrasi de yoktur”.