Radikal: Blog’un mu var, derdin var!
01/11/2008 KIVANÇ KOÇAK
Birkaç blog yüzünden milyonlarcasına erişimin engellendiği blogger.com yasağı an itibarıyla bitmiş görünüyor. Bunu bir başarı olarak saymalı mıyız? Artistlik yapan artistliğin kralını bir daha ne zaman görecek?
Mercimek çorbası nasıl yapılır?’ Uğraşmayın. ‘Firefox için kullanabileceğim en iyi eklentiler neler?’ Vakit kaybı. ‘Zuğraşi Berepe’nin Ernesto şarkısının sözleri neler?’ Ne yapacaksınız? ‘Çikolatalı kek yapmak için kaç yumurta kırmalı?’ Aldırmayın. ‘Prekazi 35 metreden golü attığında, Monaco’nun kalesinde kim vardı?’ Size ne? ‘Şu kitabın konusu ne?’ Unutun. ‘Bu film güzel mi?’ Güzel, güzel…
İnternetin alıp başını gitmesiyle hayatımıza giren kavramlardan birisi blog. Özünde çok basit bir fikir aslında ama çoğu basit fikir gibi bir o kadar etkili: Bir tür günlük tutmak için bilgisayarı kullanmak, beri yandan günlük fikrinin temelinden uzaklaşıp bunu eşin, dostun hatta uzak ülkelerdeki hiç tanımadığınız insanların görüşüne de açmak. Kuşkusuz bir tür teşhircilik olduğu da söylenebilir ama baskın güdü daha ziyade bir tür paylaşma arzusu. ‘Ben şunu şöyle yaptım/yaparım’, ‘İnsanlar hakkında böyle düşünüyorum’, ‘Hayata bakışım bu’ hallerini ifade edip aslında kendine ama beri yandan başkalarına bir şeyler anlatmak.
Saikleri geçelim -neticede bu işten bir sürü para kazanan insan da var, evet-, mevzunun başka boyutlarını bir kenara koyalım- bilgisayar içine hapsolmuş bir hayatın insanı sahici bir sosyallikten yalıtıcı yanı da var, evet- fakat özü kaçırmayalım: İletişim duygusunun tatmini.
Kimseye hesap vermeden bir söz söylemiş olmanın, kendi dünyanı ortaya koymanın mutluluğu. Ama mercimek çorbasının yapımını anlatırken ama seyredilen bir film hakkında düşüncelerini anlatırken.
Zurnanın zırt komutu
Kiminin yemek tarifi verdiği, kiminin futbol kültürüne dair tartıştığı, kiminin sahip olduğu akademik bilginin ıcığını cıcığını ortaya serdiği, kiminin aslında Cezmi Ersöz’den, Tuna Kiremitçi’den hiç de aşağı kalmadığını göstermek için kullandığı bloglar, sonuçta herkesin zevkine göre donattığı kişisel alanlar. İnsanı, web sitesi yapmanın teknik zorluklarından kurtaran, çok geniş bir kitleye hitap edebilen, üstelik tek bilmeniz gerekenin yazmak olduğu bir alan. Tam da bu yüzden dünya çapında kelimenin her anlamıyla milyonlarca kullanıcısı olan bir sistem. Tam da bu yüzden isteyenin istediğini söyleyebildiği bir özgürlük platformu aslında.
Memleketimiz açısından zurnanın zırt dediği yere geldik böylece: Özgürlük meselesi. Malum, bu memlekette özgürlük denilen şeyin sınırlarına dair ‘net’ kalıplar var. Daha fenası o net kalıpları kendi kafalarındaki kalıplarda daha da netleştiren bir zihniyet mevcut.
Bizzat Ulaştırma Bakanı açık konuşuyor zaten: ‘‘Ben YouTube’um, ben Facebook’um, bana kimse karışamaz, ben dünyada faaliyet gösteriyorum’ derse, böyle bir şeye müsaade etmemiz mümkün değil. Bu ülkenin yasalarını, usullerini takmayanlar hiç bağırıp çağırmasınlar. Ne zaman ki otururlar bu ülkenin hukukuna gerekli saygıyı gösterirler, tabi olurlar, o zaman onların da başımızın üzerinde yeri olur.’
Tabii buradaki esas meselenin ‘Ben Youtube’um, ben Facebook’um’ olmadığı da belli. Esas mesele, dünyanın gittiği yerin memleketimizin zihniyetine belki de iki üç boy ‘büyük’ gelmesi. Bazı bloglarda yer alan Lig TV yayınlarının telif haklarını korumak için, dünyanın en büyük blog servis sağlayıcısı blogger.com’a Türkiye’den erişimin tümden engellenmesine dair Bakan, Türkiye’de bilgi iletişim alanında ihtisaslaşmış mahkemelerin olmamasını gerekçe gösteriyor. Zamanla olacakmış, hâkimlerimiz bu tecrübeyi kısa sürede kazanacakmış!
Hikâye ne kadar tanıdık oysa; tıpkı işkencenin ‘münferit vaka’ olması, polisimizin zamanla bilinçleneceği gibi! Ama işte memlekette o öğrenme süreci bir türlü bitmiyor. Çünkü bahsettiğimiz zihniyet, Bakan’ın da tercümanlığını yaptığı gibi ucundan kıyısından ‘Artistlik yapma, artistliğin kralını görürsün’ raconunun bir yansıması. Heyhat, memleket yönetmek ne bakkal yönetmeye benziyor ne de ‘artistlik yapmakla’ oluyor.
Yeni bir yasağa kadar
Gösterilen büyük ve yoğun tepkinin ardından -en azından ben bu yazıyı yazarken- blogger’a konulan yasak kalkmıştı. Mesele şurada, bunu bir başarı olarak mı görmek gerek sahiden? Bir hafta sonra, Diyarbakır değil de Manisa Sulh Ceza Mahkemesi erişimi yine engellerse, çoğu zaman olduğu gibi bu meselenin de önce tavsayacağı, sonra usul usul unutulacağı, derken kimsenin aldırmayacağı bir durum haline geleceği açık değil mi? Nereden biliyorsun diyenlere, YouTube’un misal hâlâ erişime kapalı olduğunu hatırlatmaya gerek var mı?
Hasılı, Ayşe hanım güllü dallı blog’unda pasta börek tariflerini vermeye devam edecek; Fatma gayet kişisel dertlerini insanlara anlatmayı sürdürecek; Aragones’ten daha bilgili olduğu su götürmez Hüseyin, Fenerbahçe’nin nasıl oynaması gerektiği üzerine ahkamlarını sürdürecek. Her şey yeni bir yasak dalgasına kadar unutulacak, bloglarımıza döneceğiz. İçinde yaşadığımız ülkeyi bir açık cezaevine çevirenlere, bu toprakların kılcal damarlarına kadar sızan ‘her şeyin doğrusunu biz biliriz’ci, ‘hayatlarınıza istediğimiz gibi müdahale ederiz’ci zihniyete veryansın ederken biraz daha dikkatli olacağız belki.
Ne de olsa, birilerinin tecrübe kazanmasını beklerken günün birinde piyango bize de vurabilir. Hatta memleketini pek seven kapı komşumuz, zararlı site ihbar adreslerinden birine bizim blog’umuzun adını da girebilir. O yüzden en iyisi şimdiden dns ayarı, proxy nedir, filtrelemeyi aşmakta kullanılan siteler hangileri öğrenmek herhalde…